Labels

Tuesday, November 27, 2012

Bir Ani - The Railway Children

Bu gece, 40 yil once seyrettigim bir filmi yeniden, bu kez ailece hep birlikte seyrettik.

Bir futbolcunun ilk milli macina cikmasini hatirlamasi gibi berrak bir hatira. Tek basima, bana izin verilen sinirlarin disinda bir sinemaya, minibus'e binerek gittigim ilk film olmasi nedeniyle unutamadigim bir ani.

Gunesli bir sonbahar ogleden sonrasi.

Cebimdeki 5 lira, o zaman Kadikoy yakasinin en nezih sinemalarindan biri olan 63 icin, riskli sayilabilecek kadar az, ustelik gidis-donus icin minibus'e de 150 kurus ayirmak lazim!

Amac sinemaya gitmek, ne film oynadigi onemli degil. Saat15:15 icin bilet kuyruguna girdigimde, cebimdeki paranin yetip yetmiyeceginden mutereddit nefesimi tutmus bekliyorum. 12 belki de 13 yasindayim. Neyseki, bilet 250 kurus, derin bir nefes aliyor, serin ve los salona girip bana gosterilen kirmizi kadife koltuga gomulup etrafi kolacan ediyorum. Cok kalabalik degil, belki 50 kisi falan variz toplam. Herkez iyi giyimli, temizpak, fisir fisir konusuyorlar. Salon'da derin bir sessizlik var.!

3 kez davetiye gong'u calip, los isiklar da tamamen kararip, "Gelecek Program" ve "Pek Yakinda" fragmanlari gosteriliyor. Sinemada  olmazsa olmaz olan kisim, bu benim icin. Bu kismi kacirdigim filmlerde, imkan yok filme konsantre olamiyorum.

Film basliyor. "The Railway Children"

Ne talihliyim, belki de seyrettigim en guzel filmlerden biri .! Filmde bir de guzel aglayip isiklar yandiginda saklanacak delik ariyorum....

Durup dururken 40 yil sonra nereden aklima geldiyse, filmi youtube'dan izleyip gene duygulandik. Isin en tuhaf yani, filmi seyrettikten sonra ogrendik ki, (benim izledigim 1970 yili yapimi olan filmde) anne rolunu oynayan bas rol oyuncusu 25 Kasim 2012'de 92 yasinda olmemis mi?!!

Ilginizi ceker umidiyle filmin daha yeni cevrilen versiyonunu youtube'dan ekliyorum. 1970'de buyuk kiz Roberta'yi oynayan aktrist bu kez anne rolunu oynamis. Orijinal versiyonunu hic aratmayan muthis bir film.

Silah, kan, aksiyon yok. Insanlar icin insanca duygularla yapilmis bir film. Artik, maalesef bu tur filmler pek yapilmiyor.







Saturday, November 10, 2012

10 Kasim 2012

 
10 Kasim 2012 - 09:05
Iki insaat iscisi, saygi durusunda.
Bakmayin insaat iscisi olduklarina,
Onlar Ata'nin huzurunda uniformali birer asker,
Selam verislerinden belli.
Muhtemelen yerden bir kac kat yuksekteler ve etraflari cevrili..
Yani etraftan goren yok,
Mahalle baskisi yok,
Gosyteris yapma kaygisi yok..
Kimbilir nereliler ?
Belki biri
Yada ikisi birden Dogulu
yada Guneydogulu.
Ne fark eder, onlar Ataturk Cocugu.!
 
 
 
Resim Hurriyet Gazetesinin internet sayfasindan alinmistir.


Monday, October 1, 2012

Bir Kitap - Turk'un Atesle Imtihani




Bu kitabi orta son sinifta okumustum.. Gecenlerde gene okudum. Aslinda bazi kisimlari var ki, gunde 2 - 3 kere okunsa azdir. Hic okumamis olanlar mutlaka okumali. Ozellikle de genclere siddetle tavsiye ederim.

Halide Edip'in (esi Adnan Adivarla birlikte) Amerikan Mandasi taraftari olduklari akla getirilirse, eser daha da manali hale geliyor.

Yazarin, o gunku kosullar altinda Anadolu'ya kacip kuvva-i milliye'ye katilma cesareti ve inanci gunumuz'un gencligine ne ifade eder bilemiyorum.
 

Wednesday, September 19, 2012

Bir evlat, bir yorumcu ve bir baba..!


Once asagidaki link'e tiklayarak video'yu izleyiniz.!
Sira disi bir yorumcu'dan "Clair de Lune"..

http://www.wimp.com/fatherdecade/

Muhtemelen baba olanlar ilk olarak kendi kendilerini sorgulayacaklardir.

Bu bence yeni bir din. Insanlik yada daha ozel haliyle "Babalik Dini" 
Ancak boyle fedakar bir baba, annelik mertebesine yaklasabilir.

Bir mezarlikta gece vardiyasinda calisan, sabah 6'da yatip 11 de kalkarak oglu icin butun bir gun boyu goz, kol, bacak olan bir baba..

Yasama sevinciniz hic eksilmesin.


Saturday, September 8, 2012

Sabotajın En Büyüğü


Afyon’daki patlama haberi üzerine ilk anda herkes aynı soruyu sordu:
- Acaba sabotaj mı?
Sabotaj olmadığı söylenince herkes rahat bir nefes aldı.
Neden?
Sabotaj olmayınca olayın vahameti azalıyor ya da giden canlar geri mi geliyordu?
Cuma sabahı Melih Aşık’ın “Açık Pencere”sindeki “Çöküş kuramı...” yazısını okuyunca, önceden de var olan görüşüm pekişti ve kendi kendime mırıldandım:
- Evet sabotaj, hem de sabotajların en büyüğü, en vahimi,
Dilerseniz söz konusu yazıdan kısa bir alıntı ile açıklayalım görüşün nedenini:
“Profesör Celal Şengör, hocası Doğan Kuban’ın ‘Ani Çöküş Kuramı’nı şöyle özetliyor:
Cehaletin egemen olduğu toplumlarda, toplum mekanizmasının orasında burasında aksaklıklar baş gösterir ve sonunda tüm aksaklıklar bir araya gelerek toplumu birdenbire çökertir. Dışarıdan bakan bu çöküşün aniden ortaya çıkan sebeplerle olduğunu sanacaktır. Halbuki cehalet uzun zamandan beri toplumu içinden kemirerek dayandığı payandaları yok etmektedir. Bu süreç kritik noktaya ulaşınca toplum küt diye çöker...”
Bir toplumu bu hale düşürmek, gerçekten sabotajların en büyüğü ve vahimidir.
***
Olaya “Çöküş Kuramı”nın ışığında yaklaştığınız zaman, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun sözlerinin ardındaki hikmeti de kavrıyorsunuz.
- Hindistan’da, Pakistan’da da sıkça yaşanan, olaylar gibi bir olay, diyor Bakan.
Çağrışım ilginçtir ve itiraf etmeliyim ki, büyük “kaza(!)”ların neden sıklıkla belirli ülkelerde meydana geldiği sorusu aklımı kurcalayıp durmuştur hep.
Oysa yanıt her zaman gözlerimizin önünde durmaktaydı. Pakistan’da, Afrika’da demiryolu ya da su yolu ulaşımında insanların nasıl istiflendiklerine bakmak kazaların boyutlarının nedenlerini anlamaya yeterdi.
Her ulaşım aracında, aracın özellikleri de göz önünde bulundurularak, ne kadar yolcu alınacağı, ne hızla seyredeceği bilimsel verilerle saptanır ve ona uyulur.
Gelişmiş toplumların bu kurallara uymaları fanteziden değil, zorunluluktandır.
Ama cehaletin egemen olduğu toplumlarda, insanlara zorunluluğun bir fantezi olmadığını anlatmak güçtür. Ne kadar nefes tüketseniz yanıt hazırdır:
- Bişşşiyy olmaz abiii!!!!.
Halbuki bir şey olur, belirli nedenler bir araya gelince aynı sonuçları doğurur.
“Bişşiyyy olmaz abiii” zihniyeti neden sonuç ilişkisinin reddidir.
Bir toplumda, “bişşiyy olmaz abi” tekerlemesi egemense bilin ki, cehalet egemendir.
***
Yalnız son olaya değil, Apaydın kampından, Uludere faciasına, Afyon’da patlayan mühimmattan, Gaziantep’te patlayan bombalara kadar bütün olayların mekanizmasını çöküş kuramı ile açıklamak mümkündür.
Burada, kurumların payandalarını kemirenin cehalet ve gaflet değil, kasıt, hatta kimilerine göre ihanet olduğunu söyleyenlerin çıkacağını biliyorum.
İlk bakışta onlara hak vermemek mümkün değil, gibi görünebilir.
Ancak biraz daha düşününce hepsinin temelinde cehaletin yattığı görülecektir.
Bir toplumun, bütün payandalarının kemirilmesine böylesine seyirci kalması, hatta kimi zaman alkış tutması cehaletten başka neyle açıklanabilir ki?
O cehalet ki, kendisinden ve sonuçlarından bihaber olduğundan, tedavisi de yoktur.
Bir toplumu cehalete mahkûm etmek, ona yapılabilecek sabotajların en büyüğüdür.
Cehalet takdiri ilahi değildir ve olamaz da.
Afyon faciasının ardından, “sabotaj mı”dan sonra en çok sorulan soru da şuydu:
- İstifa etmeyecekler mi?
Hayır etmeyecekler.
Neden mi?
Etmeyecekler, çünkü demokrasi diye sunulan cehalet toplumlarında “istifa” değil, “istifade” kurumu vardır.

Ali Sirmen - 8 Eylül 2012 - Cumhuriyet

Sunday, July 22, 2012

Büyükada Mazi Oldu

 

Çocukluğumdan bu yana aklımda yer eden ve hiç değişmeyen bir Büyükada kartpostalıvar:
Heybeli tepeleri ardında batan güneş...
Kulübün bahçesi ya da terasından bakışlarımı Heybeli yönünde ufka çevirdiğimde; bazen zamanduygusunu yitirebiliyorum
Yıllar yıllar önce defalarca yaşadığım günbatımlarının anısını; ışık hızıyla geçmişe yapılan sersemletici bir yolculuk gibi; her seferinde sil baştan yaşayabiliyorum..
İlkgençlik yıllarım ve çocukluğumun atmosferinden, belleğimde sabitleyebildiğim tek Büyükada karesibu
Bu tek karebile, öyle benzersiz ve öylesine efsunlu ki; adaya her yıl dönmem için hâlâ başlı başına yeterli bir neden olabiliyor…”
Bundan yalnız üç yıl önce yazdığım bir Büyükada yazısına, işte bu satırlarla başlamışım
Geçende aynı yere baktığımda o karenin dahi artık olmadığını gördüm. Çünkü Heybeliden gözün yeniden Büyükadaya döndüğü hizadaki Seferoğluna tam insanın suratına şamar gibi inen heyula gibi bir site yapmışlar!
Kat kat yükselen itici yapı, yanında beton istifi başka yapılar ve sürekli bu yöne inşaat malzemesi, hafriyat taşıyan gemiler filan derken Büyükadanın şiirsel ön cephesini kazıyıp taşlaştırmışlar
Öyle ki insan artık o tarafa özellikle bakmak istemiyor. Ancak deniz otobüsü iskelesinden adaya her yanaşışınızda, karşısınıza çıkan ilk manzara; geçen yıllarda yapılan ve 3-4 dairesi hariç, tamamen içi boş kalan hayalet Lido Terracebinası ile kıyıyı betonlaştıran bu çirkin site şeridi oluyor.
Büyükadanın geçmişiyle aramda bağı kuran bu sonkareyi de yitirince; adanın artık adalıktan çıktığına karar verdim
İzmit’ten bile sefer var
Dile kolay
Eskiden şehir bağlantısını yalnız Kabataş-Bostancı üzerinden tesis eden adaya her saat başı bugün düzineyle vapur; Avcılar, Büyükçekmece, Eminönü, Kartal, Maltape ve Istanbul dışından Kocaeli-İzmit; Marmara Ereğlisinden yolcu taşıyor.
Mihran Azaryan isimli sanatkâr bir Ermeni mimarın elinden çıkan 100 senelik zarif ada iskelesinin yanına geçen yıl bu yoğun yolcu trafiğini sürdürebilmek için uyduruktan bir yeni Mavi Marmaraiskelesi eklediler
Boydan boya şimdi bu üç iskelenin bulunduğu Atatürk Meydanına bakan alana; her sabah bitişik düzen en az 10 motor yanaşıyor. İskeleye bağlanabilmek için yer bulamayan gemiler de ayrıca açıkta bekliyorlar
Bir vakitler yalnız martı sesleriyle güne başladığımız adada, aynı anda hareket ettiklerinde uçak gibi gürültü çıkaran bu müthiş deniz filosu ve vapur saatlerini ilan eden görevlilerin meydan boyunca yankılanan anonsları ile uyanıyoruz
Denizden taarruzhalinde boşalan günübirlikçi ziyaretçileriskeleden Saat Meydanına dek uzanan alanı hızla işgal altına alıyorlar. Ve kızgın güneş altında -hiç abartısız!- iki saat sürenbir fayton kuyruğu oluşturuyorlar
Peçe + çarşaf + Ipad…
Dükkânların ortasından yılan gibi kıvrıla kıvrıla uzanarak genişleyen kuyrukta tesettürün pardösülü olan en koyu muhafazakâr türünden, dar blucinlisine dek değişen varyasyonlarıyla, kara çarşafın Ortadoğudaki tüm çeşitlerini sergileyen örneklemeler öne çıkıyor.
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinden gelen kadınların hepsi, kara çarşafa ilaveten peçe de takıyorlar. Ancak ellerinden modern iletişim teknolojisi harikası Ipad eksik olmuyor
Yerli çarşaflılarımıza göre -ki belediyelerden adalara özel gezi düzenleyen motorlarla onlar da gruplar halinde düzenli geliyorlar- bu yeni peçe-çarşaf-Ipadkuşağı Arap kadınları, nispeten biraz daha dünyalı görünüm arz ediyorlar
Motorlardan inen profil bu olunca; çarşı fizyonomisi de bu profile göre değişiyor
Mezeciler kapanırken, yerlerine hediyelik eşya dükkânları açılıyor
Balıkçı, biracı, midyecilerin yerinde sokaklara ağır kokular yayan kebapçı ve lahmacuncular açılıyor
Büyük market zincirlerinin rekabetine dayanamayan eski emektar esnaf ve bakkal dükkânları bir bir kepenk indiriyor.
Bu yetmezmiş gibi marketlerin mal indirip bindirme trafiğine yer açmak için, çarşı içindeki asırlık çınarlar da kesiliyor
İşportacılar çoğalıyor...
Dondurmacılar bile giderek.. kaldırım üzerine kurulan derme çatma tezgâhlara taşınıyorlar
‘Kahkahaların yükseldiği evler boş’
Hal böyle olunca
Adanın eski sakinleri, adaolmaktan çıkan bu cenneti terk ediyor
Yaz başından beri her yerde devamlı duyduğum bu dedikoduyu sonunda çarşı içindeki emlakçi İsmet Sertle konuştum. Doğma büyüme adalı olan İsmet Hanım; Evet, duyumlarınız doğru!dedi: Ben kendim yukarıda, tepede oturuyorum. Yüksekten aşağı doğru baktığımda, eskiden balkonlarından kahkahalar yükselen evlerin bir ölü sessizliğine büründüğünü görüyorum. Adanın eski sakinleri, kendilerine göre artık bir yaşam alanı kalmadığından mülklerini elden çıkarıyor. Adaya bundan böyle yeni bir müşteri kitlesi geliyor. Ve para el değiştiriyor.
Bu tarihi kabuk değişimi, geçmişte Türkiyenin tüm can alıcı dönüşüm-değişim-savrulma anlarında olduğu gibi Büyükadada damardan hissediliyor.
 Nilgun Cerrahoglu,  22 Temmuz 2012 - Cumhuriyet

Monday, July 16, 2012

Hasan

Hasan Tahsin Gurtay
11.12.1960 - 16.07.2012

Guler yuzun hayalimden hic silinmeyecek.
Rahat Uyu
Sevgili Dostum

Wednesday, July 11, 2012

Zor Mektup



11 Temmuz 2012
Sevgili Dostum,

Endise icerisinde, bu mektubumun sana son mektup olmamasina dua ederek yaziyorum. Yarin cok gec olmadan ve hemen simdi sana yazmak istedim. Biliyorum, bu sozlerim simdi sana ulasamayacak ama umitle, Tanriya dua ederek bu badireyi atlatip, bana yeniden yazmaya seni mecbur etmek icin yaziyorum.

Cunku sen hic bir mektubumu, en ehemmiyetsiz, hani su herkezin birbirine tenis topu firlatir gibi yolladigi e-mail mesajlarimi bile cevapsiz birakmadin.  

Bak! Borclusun bana, bunu da cevapsiz birakma, mektubunu bekliyecegim.

Hatirla, Jubail’de sizinle birlikte denize gelmek isteyip istemedigimi sordugun not’a verdigim “It’s not time to make a change” cevabimdan herkez gelmeyecegim sonucunu cikarip da, sen; “geliyor iste yasasin demis” ve konvoyun yolunu degistirip colun icerisine 50 km girmis ve sabahin 7 sinde elimde cantamla santiyenin kapisindan beni almistiniz.  "Iste gelmiyor" diyenler de yakin arkadasimizdi oysa degil mi? Halbuki bu gizli lisani bilen ve anlayan bir tek sen oldun.

Ya Riyad’daki ameliyatimdan once, sabah 6’da hastanede olacak sekilde, sadece bana moral verebilmek ve yattigim odayla asansor arasindaki 20 adimi sedyenin yaninda benimle birlikte yuruyebilmek icin ve sonra benden daha heyecanli ve telasli halinle bana el sallayip “aksam gene gelicem” diyebilmek icin 12km lik yolu kan ter icinde kosarak gelmis ve ayni sekilde gene kosarak ofise donmus olmana ne demeli? Daha Arabistan ehliyetini almadigindan o zamanlar, kimseye rahatsizlik vermemek icin, bu fedakarligi  da gene sen yaptin…

30. yil mezuniyet  toreninde, torenin tadina varmaktan ziyade, okulun her kosesinin resmini cekip bana yollayarak, bir manada beni de bu heyecandan mahrum etmiyerek  ne buyuk bir incelik gosterdin.

Yine, o her firsatta gonderdigin kitap ve CD’lerle, buradaki yasantimizi renklendirisindeki ince dusunce ve empati ?

Universite yillarina ise hic girmiyorum,  daha ne cok sey var hatirlanmaya deger, gecip giden omurumuzle birlikte oysaki.!

Dun, butun bir gece, gecen 30 yilin muhasebesini yaptim; kalbimi hic kirmamissin, bundan zerre kadar suphem yok. Insan bazen gayri ihtiyari bir mimikten yada maksadini asan bir sozden kirilmasa da alinganlik duyabilir ve bu, köklü arkadaslikarin derin sularinda yok olur unutulur gider ya. Ama yok! Boyle bir alinganlik yaratacak herhangi bir hatira kirintisi dahi yok. Bilakis sen hep en kapsamli ve en ince düsünen, daima nazik ve mültefit ve hep ama hep en alcak gönüllümüz oldun. Kimseyi kirmadigin gibi, ne kimse hakkinda konustun ne de konusulsun istedin.

Azizim, gidemezsin!
Birakip boyle vakitsiz beni yarim yamalak,  gitmek yok. Hem daha islerimiz var birlikte yapilacak, butun resimleri tarayip tasnif edecegiz,  belki bir fotograf sergisi acariz Beyoglun da ,  kimbilir belkide guneyde bir tekne, belki hep birlikte bir Cuba gezisi...

Lutfen geri don.!
Sonsuz sevgilerimle


Friday, July 6, 2012

Bir banka reklami...!

Kurulusunun 130. yilini kutlayan bir banka reklami ile Merhaba.!

Buradaki yaratici dusunceye, cocuklarin heyecanina, dogalliklarina, insanlarin ilgisine ve katilimina bakar misiniz?

Bu klibi seyredip de "Bizden adam olmaz" ya da "Iste bu yuzden Avrupali degiliz" gibi bir karamsarliga kapilmamak lazim. Zira hem Beethoven ve hem de Mozart'in birer Turk Marsi bestelemesine sebep olan esin kaynagi, Muzika-i Humayun (Mehter) dir.

Ama, bugun geldigimiz noktaya bakinca, bir taraftan da insanin ici sizliyor.. Bu tur guzellikleri neden Kadikoy'de, Beylerbeyi'nde, Sultanahmet ya da Taksim'de goremeyiz?!


Friday, June 1, 2012

Iyi, kotu ve Cirkin


Hic merak ettiniz mi, 60'larin meshur spaghetti western'i Clint Eastwood'u meshur eden muthis film'in unutulmaz melodisinin nasil icra edildigini?
Yasi 40'in altinda olanlar belki hatirlamayabilir, ama bizim nesil, bu film ve muzigiyle cok kovboy'culuk oynamistik.!!


Wednesday, May 16, 2012

Feynman'in son yolculugu

Feynman'in ismini ilk duydugumda (1977) lise son sinif ogrencisiydim ve universite hazirlik kurslarina devam ediyordum. Kurstaki fizik hocam, ve daha sonra agabeyim, yol gostericim ve rol modelim Latif Gunduz, bir gun Feynman'dan bahsetti. Gece yarisi uyanip bongo caldigi icin komsulari tarafindan sikayet edilen Nobel odullu, quantum mekaniginde doktora yapmis dunyaca unlu fizikci
Dr. Richard Feynman.

Kendisyle yapilan son roportajinin klibini buldum. Biraz uzun ve Ingilizce ama
fizige, muzige ve arastirmaya meraklilar icin define degerinde bir film.


Sunday, May 13, 2012

Butun Anneleri Kutlarim.. Anneler gununuz kutlu olsun.

Friday, May 11, 2012


Sanat, Politika ve Fazil Say..

“Vatan yahut Silistire” degilmiydi gencligi atesleyen ve o genclik degilmiydi Mustafa Kemal’le birlikte vatani kurtaran. Bu acidan bakildiginda Tevfik Fikret’in, Ziya Pasa’nin Namik Kemal’in katkilari unutulur mu kutsal isyanimiz olan Anadolu Ihtilalinde? Bu acidan bakildiginda sanatcilari hayatin icinden, gundemden soyutlayabilirmisiniz?

Tarih boyunca gelmis en buyuk cellist Pablo Casals (1876-1973) ki ayni zamanda Mstislav Rostropovich’in (Bir baska Cello Virtuozu) babasinin da hocasidir. Franko rejimini protesto ederek ulkesini terk etmis, ve ancak olumunden 6 yil sonra, cesedi, Franko’nun olumunu takiben, 1979’da  ulkesine getirlimistir.


Nazim Hikmet hala Rusya’da..!

Mstislav Rostropovich, uzun yillar Sovyet Rejimine karsi mucadele etmis, 1970’de Alexandr Solzhenitsyn’e evini acip rejim’den gizlemis ve kacmasini kolaylastirmis daha sonra da rejimi protesto ederek 1974’de ulkesini terk etmis ve Amerika’ya yerlesmistir. 1978’de Sovyet vatandasligindan  cikarilmistir. 1990’da Berlin Duvari onunde dogaclama olarak verdigi konser ve konser sonrasi geliserek  duvarin yikilmasiyla sonuclanan toplumsal infial dunyada buyuk ses getirmis ve 1991 de Rus vatandasligi iade edilmistir. Boris Yeltsin’i desteklemis ve 1993 krizinde, silahini cekip Kremline cikarak, Yeltsin’in arkasinda Tanklara karsi gelmistir.




Rostrpovich - Berlin Duvari Onunde Dogaclama Konser

Ve simdi de bir baska degerli sanatci; dunyaca unlu sanatcimiz, besteci ve yorumcu Fazil Say bu yolda vatanindan ayrilacak. Bu isler boyle..! Sarkicilar, calgicilar rejimden nemalanip goygoyculuk yaparken sanatcilar terk ediyor.


Fazil Sayi'in performansini Japonlarin nasil hayranlikla izledigine  ve onu nasil takdir ettiklerine bakarmisiniz.!!

Gene Namik Kemal’den bir dortlukle bitirelim…

Sipihrin bahtını ikbalini hep pay-mal ettim                     
Hamiyyet meslekinde terk-i evlad ü iyal ettim
Hayatimdan muazzezken vatandan infisal ettim
Sebat ü azme hail bir deni dünya mı kalmıştır

Felegin bana sundugu butun gelecegi ayaklar altina aldim
Memleket ugruna cocuklarimi biraktim
Hayatimdan degerliyken vatandan ayrildim
Sebat ettigim azmim’e engel olcak bu alcak dunya mi kalmistir

Friday, March 23, 2012

Bir ask hikayesi, 3 sarki, 2 intihar…

Luigi Tenco’yu “Ho Capito che ti amo” (Anladim ki seni seviyorum) isimli sarkisiyla tanidigimda daha cocuktum. Sonra ne oldu bilmem, unutuldu gitti..
Meger bu sarkisiyla, Dalida’ya olan askini anlatirmis.! Belki de yazilmis en guzel ask sarkilarindan biridir…

Ho Capito Che Ti Amo



Sevgisi karsiliksiz kalmaz ve evlenmeye karar verirler, bu kararlarini aciklamalarina gunler kalmisken, San Remo festivali gelip catar. Cevresinin de etkisiyle, gonulsuz olarak yarismaya katilma karari alir. Sarkisi “Ciao Amore” (Elveda Sevgilim’i) Dalida ile birlikte seslendirirler.

Ciao Amore



Juri, Tenco’yu eler ve finale kalamaz. Ertesi sabah otel odasinda Tenco’nun cesedi bulunur; tabancayla intihar etmistir.
Bunalima giren Dalida birkac gun sonra basarisiz bir intihar girisimi yapacak ama 1 hafta komada kaldiktan sonra kurtarilacaktir.

Dalida’yi da hep Gigi L’Amoroso sarkisiyla hatirlarim. Bir Napoli kenar mahallesindeki kalp hirsizi, ama kendisi kalpsiz sarkici Gi-gi (Giuseppe)yi ve ona asik, mahallenin butun hanimlarini anlatan, daha sonra Gi-gi’nin bir zengin Amerikali kadinin pesinden Hollywood’a gitmesiyle yasa burunen mahallenin hikayesi..

Gi-gi Amerika’da yapamaz, bir muddet sonra geri doner. Donusu ne buyuk bir mutluluktur Noter’in, Firinci’nin ve Komiser’in esleri icin.
Sarki’nin orijinal (Italyanca) klibi asagida bulacaksiniz. Ancak Ispanyolca klibi bir operet lezzetinde.


Gigi

Italyanca..


Ispanyolca..

Bu sarki’nin aranjmanini yapan Mehmet Teoman’in sozleri ise Dalida’nin omur boyu bitemeyen mutsuzlugunu dile getirircesine manali..




Dalida birkac basarisiz ask seruveni sonunda bir cocuk aldirmak durumunda kalir ve bir daha anne olamayacak duruma gelir. Sonra evlenir, ancak bu kez de evlendigi kisi bunalima girer ve intihar eder….

Mutsuzluk yakasini birakmaz, ve yillar once yitirdigi sevgilisine,  kendi yasamina son vererek  kavusur. 

Wednesday, February 22, 2012

Gokceada..!

Fotografci gozuyle Gokceada..!
Hafid'lere selam :)

http://www.dijitalfokus.com/index.php?topic=9718.15

Saturday, February 18, 2012

Ermeni Isyanlari 1894 - 1920

19. yüzyıl sonunda, Ermeni milliyetçileri, Batılı siyasî idealler ve kendi vatanlarını kurma arzusuyla kışkırtılmış olarak, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı isyan etmeye başladı. 1. Dünya Savaşı patlak verdiğinde, Rus birlikleri Türkiye'nin doğusunu işgal etti ve pek çok Ermeni onların saflarına katıldı. 1915 itibarıyla, Hıristiyan Ermeniler ve Müslümanlar arasındaki çatışma trajik bir kan gölüne döndü. Sonraki beş yıl içinde, iki milyondan fazla Ermeni ve --Türk, Kürt ve Azeri-- Müslüman hastalık, açlık, soğuk ve katliamlar sonucu öldü.

Bu bir saatlik program bu korkunç çatışmanın ayrıntılarını incelemekte, gerekçelerini açıklamakta ve Batılı güçlerin bu çatışmada oynadığı kilit rolü ortaya koymaktadır.
 
  • Ermeni İsyanı 1894-1920 ; Türk, Rus ve Amerikan kaynaklarındaki arşiv filmlerini ve fotoğraflarını kullanmakta ve aşağıda belirtilen uzmanlar ile yapılan görüşmeleri içermektedir:
  • Norman Stone, Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü
  • Yusuf Halaçoğlu, Gazi Stratejik Araştırmalar Merkezi (GSAM) Müdürü
  • Justin McCarthy, Louisville Üniversitesi Tarih Bölümü
  • Yusuf Sarınay, Devlet Arşivleri Genel Müdürü
  • Seçil Karal Akgün, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Tarih Bölümü
  • Stanford Shaw, Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü

Wednesday, February 8, 2012

Cumhuriyet....

 “Dindar nesil” yetiştirmeye kalkman da iyi bir şey...

“Dindar” olmayıp da “tinerci” olacaklarına...

*

Biber gazını tanıdı bu nesil...

Çekmeyen yok...

Sayende tavşan gibi burunlarını oynatıp, biber gazı çeşitlerini sayabiliyor gençler:

“Nato biber gazı”, “Hardallı”, “U-2 sprey”...

*

“Dindar” olmayanları “Tinerci” saydığına göre... “Dindarın adaletini” de öğretirsin artık yetiştireceğin nesle:

17 yaşında “parasız eğitim” istedikleri için... Ya da köyün deresini korumaya kalktıkları için, tekme yiye yiye çıkartıldıkları mahkemede “silahlı terör örgütü üyesi” olmak suçundan hapse atılabileceklerini bilsinler...

Silah; şemsiye sapı...

Şemsiyeden uzak duruyor nesil...

Şeytan doldurmasın...

*

“Dürüstlük” de sana kaldı o zaman...

Bilmeceleri var çocukların misal:

“İki fener arasındaki fark?..”

Sen bil hadi...

*

“Vatan sevgisi” mesela...

Numunelik yetiştirilmiş “dindar nesilden” iki mahdum, askerlikten yırttıktan sonra, eşitlik bakımından 30 bini veren zenginler de tüyüyorlar...

Söylemeye gerek yok:

Son avuç bulgurunu askerine yedirerek ve son oğlunu şehit olmaya göndererek, tinerciler kurdu bu Cumhuriyeti...

*

Dindar nesil “saygısı” da vardır sende...

Ayağa kalkmayanı “Niye kalkmadın” diye hücreye...

Güven Park’ta oturdu mu “Niye oturdun” diye cop...

İkisinin ortası yan yatsan... “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” diyerek paşama 134 yıl ağırlaştırılmış müebbet hapis...

“Tinerci” yapmamıştı bunu...

*

“Ahlak” dersen...

Bir tek orasını merak ediyorum...

İnsanların özel hayatları didiklenip telefonları dinlenirken... Gözetlenen yatak odalarının görüntülerinin ortalığa saçılmasını “ahlak” ile nasıl bağdaştıracaksın?..


*

Bu arada sen de öğren ama:

“Adam” olmak için “dindar” olmanın şart olmadığını...


Bekir Coskun - Cumhuriyet

Monday, February 6, 2012

Fazil Say ve Evi

Turkiye Cumhuriyeti'nin 88 yillik tarihinde yetistirmis oldugu en onemli sanatcisi. Usta yorumcumuz, en uretken bestecimiz, sosyal sorumluluk bilinciyle en ucra Anadolu koylerine klasik muzigi sevdiren yegane sanatcimiz. Namik Kemal'in degisiyle, "Fikri Hur, irfani hur, vicdani hur bir sanatci"
Bir (ve belki de en iyi) Ataturk genci..

Evini sizlerle paylasiyor. :http://calismaodam.ntvmsnbc.com/fazil-say/
Imlecinizle dolasirken ayrintilara ulasabilirsiniz.

Saturday, January 28, 2012

Bir Konser...


Kimbilir kac defa buyuk bir begeniyle dinledigim Vivaldi’nin dort mevsim koncertolari artik fazla dinlenmekten eskiyip gozden dusmeye baslamisken, karsima cikan bir konser kaydiyla kulaklarimda yeniden eski ihtisamina kavusuverdi birden bire.

Nasil buyuk bir begeniyle defalarca dinledim anlatamam. Sanki daha once hic dinlememisim gibi, bir cok sesi, yeni renkleriyle yeniden gormus gibi oldum.

Daha onceki gozdem “ I Virtuozi di Roma” grubuydu. Bu kayit onlarin pabucunu dama atti.

Israel Flarmoni Orkestrasini Zubin Mehta yonetmis.  Bence gelmis gecmis en karizmatik orchestra sefleri siralamasinda ilk 10’a rahat girer (benim favorilerim; Toscanini, Furtwängler, Perevin, Karajan, Bernstein, Masur, Kubelik ve Mehta).

Koncertolarin her bolumunu ayri solistler seslendirmis. Birinci bolum, Ilkbahar’I Isaac Stern seslendiriyor. Stern’den daha once soz etmemistim. Stern, muhtemelen Nathan Milstein ve Yehudi Menuhin ile ayni klasta bir sanatci olmakla birlikte, yikilmasina karsi savasarak ayakta kalmasini sagladigi Carnegie Hall direnisi ve yetistirdigi virtuoz seviyesindeki usta ogrencileri cellist Yo-Yo Ma, Itzhak Perlman ve Pinchas Zuckerman ile taninir. Bu kayit sirasindaki ileri yasina ragmen Isaac Stern’in teknigi nefes kesecek derecede mukemmel.

Ikinci bolum Yaz’i ogrencisi Pinchas Zucerman, sonbahar’i ise Shlomo Mintz seslendirmis. Son bolum olan Kis Itzhak Perlman’in. Bu bolum gercekten muhtesem.


Bu konserin kayitlarini Youtube'dan bulup sizler icin ekledim. Ama muzik setinizden dinleyip ayni zevki tadabilmeniz icin bu CD'yi edinmenizi oneririm.

Ilk Bahar’in 1. Parcasi Allegro, neseyle uyanan bir ilk bahar sabahini isliyor ana tema. Kus civiltilari, akan derelerin sesleri ve sonra gok gurultusuyle gelen bir ilk bahar yagmuru ile birlikte gene kus civiltilariyla bitiyor birinci bolum.

Ikinci “movement” Largo (agir ve yavas tempo) bu bolumde uyuyan keciler, arka planda hisirdayan yapraklar ve dallar, havlayan bir kopek canlandiriliyor.


1.Koncertonun son kismi gene canli, neseli “Allegro” pastoral bir koy dansi.

2.Koncerto, Yaz’in 1. Parcasi biraz daha dingin bir nese ile caliniyor. Burada bunaltici sicagin verdigi rahatsizlik hissettirilmek istenmis. Sonra bir guguk kusu ardindan bir guvercin ve saka kuslarinin civiltilari duyuluyor. Once bati sonra hertaraftan esen ruzgar poyraz’a donusyor ve parcanin sonunda koylu cocugun kederli aglamasini duyuyoruz.


Bu kisimda sinek ve at sineklerinin viziltilari rahatsizlik verici derecede anlasiliyor.

Yaz temasinin son parcasi cok hizli caninan bir yaz firtinasini canlandiriyor.

Ucuncu concerto olan sonbahar’in 1. Parcasi neseli bir halk sarkisi ve dansi ile baslayip uyuyan sarhosla bitiyor

Ikinci bolumde de uyuyan sarhoslarin temasi islenmeye devam ediliyor.

Bu bolumun son parcasinda bir av temasi isleiyor sirasiyle; Av, kacan hayvan, kopek havlamalari ve silah sesleri ve yakalanarak olen hayvan.

Son concerto olan kis’in ilk bolumu ayni Yaz gibi cok hizli olmayan ama canli bir tempo ile caliniyor.  Yagan sulu kar’in dondurucu sogugu ve takiben dondurucu  firtina  hissediliyor. Soguktan kosan ve ayaklarini yere vuranlarin cikarttiklari sesler isitiliyor. Sonra ruzgar, dondurucu ruzgar ve zangir zangir titreyenlerin dislerinin sesi duyuluyor.

Agir ve yavas yavas yagan bir kis yagmuru..


Buzda temkinli ve korka korka yuruyenler, yere dusenler, kuvvetli adimla kosanlar ve sonra ruzgar, heryerden birden esen ve sonra poyraza donen deli bir ruzgar, hepsi sirasiyla anlatiliyor.