Labels

Friday, September 9, 2011

ZORBA

 

Yillar sonra bir ZORBA ziyafeti daha..

Anthony Quinn, 84 yasinda olmasina ragmen, dostu Mikis Theodorakisi kirmayarak yeniden Zorba'yi bu kez sahnede oynuyor.

Muthis bir performans.. Ne samimi bir dostluk.!
Insan seyrederken, burada bir de Nikos Kazancakis olmaliydi diyesi geliyor....


















Sunday, July 10, 2011

Bir Pazar Sabahi Surprizi..!

Bu sabah cok enteresan bir sey oldu. Paylasmadan edemeyecegim, gurur duydugum, ailece gurur duydugumuz muhtesem bir tesaduf..!

Bahcede pazar sabahi kahvaltisi keyfi yapiyor, bir taraftan kus civiltilarini diger taraftan da Toronto 96.3 Classical FM radyosunu dinliyorduk. (Ilgilenenler icin http://www.classical963fm.com/player/ )

Mozart'dan hemen sonra birden muhtesem bir gitar tinisi ile irkildim.. Tam Julian Bream caliyor diyecektim ki, akor birden ana tema olan Misket havasina donmesin mi!!!

Masada dona kaldik. Toronto'nun klasik muzik kanalinda, muthis bir klasik ispanyol gitar konseri ile Misket dinliyorduk.
Parca bitip spiker Hasan Cihat Orter'in ismini anons edince, gozlerimiz doldu..

Ne gurur verici bir tesaduf.

Sonra internetten arastirip birkac parcasini daha dinledim. Muhtesem.! Nasil daha onceden hic isitmemisim esef ettim!
Eger daha once dinlememisseniz asagidaki linkleri izlemenizi oneririm.




Ankara - Misket


Cokertme



Alli Turnam..
Buradaki teknik cok usta isi..! Bir gitar hem divan sazi hem de cura gibi nasil calinir?!!
Akil alir gibi degil.. Bravo dogrusu.

Sunday, June 26, 2011

Virtuozler

STEVE GADD
Davulun sesi uzaktan hos gelir diyerek baslamistim, bir onceki yazima. Aslina bakarsaniz, bu; davulu kimin caldigina bagli. Davulun sesi yakindan da cok hos gelebilir.
1981 yilinda Simon & Garfunkel’in  Central Park konserini TRT3 de dinlerken, “50 Ways to leave your lover” parcasindaki davul solo beni buyulemisti. Sarkinin girisinde ana temayi olusturan ve butun parca boyunca hakim olan ritm aslinda hic de alisik olmadigimiz, sarkiyla kontr calinan bir 'groove' olup ve gene sarki bittikten sonra da bir muddet daha calinarak uzaklasan bir seda ile sona eriyordu.
Iste bu parcayla basladi Steve Gadd  hayranligim.
Paul Simon @ Central Park - 1981
50 Ways to leave your lover

Parca ilk studyo kaydinin yapildigi 1975 yilinda, Amerika Listelerinde 1. Siradaki yerini Steve Gadd’in bu davul solosuyla  percinlemistir. Bu parca 2 ayri bestenin birlesimidir.  Paul Simon’in bestesi olan “50 Ways to leave your lover” ile Steve Gadd’in bestesi olan “Linear drum groove”.
Steve Gadd - Linear Drum Groove

Steve Gadd - Fast Montuno

Eskiden bir bando solo trampetcisi olan Steve Gadd’in neredeyse butun kopozisyonlarinda bu militer tini hissedilebilir.


Vinnie Colaiuta, Steve Gadd, Dave Weckl. Iste muhtesem uclu: 2 genc kalfa ve bir usta davulcu. Super bir final!! Sonuna kadar izlemenizi oneririm.


Saturday, June 18, 2011

Bir Usta Yorumcu – Bir Virtuoz – Bir Efsane

Davulun sesi uzaktan hos gelirmis. Castanetin sesi uzaktan cok daha hos gelir – adeta buyuleyicidir. Bir flamenko enstrumani olarak bilinmesine ragmen, Ispanyol bestecilerinin yazdigi klasik eserlerde genellikle geri planda sesi duyulur. Bu acidan bakildiginda, Castanet bir eslik enstrumanidir. Ama gelin gorun ki; Castanet’i arka siralarda oturarak calinmaktan kurtarip, orkestra sefinin hemen yanina solist pozisyonuna getirmis sanatcilar da vardir.

Ilk olarak Carmen de Vicente’yi izleyelim. Gunumuz Ispanyol muziginin virtuoz Castanet solistidir.


Carmen de Vicente Luis Alonso’nun La Boda’sini seslendiriyor.


Bu zarif ve yumusak karakterli hanim, hic suphe yok ki sanatinin zirvesinde usta bir yorumcu. 

Simdi ayni parcayi bir baska usta yorumcudan dinleyelim. Flamenko farkini yorumcunun konsantrasyonundan, bas ve kol hareketlerinin asabiyetinden, Castanet’inin sesinden [flamenko Castanetler erkek ve disi olmak uzere iki farkli ses tonuna sahiptir, erkek olan sol elle calinir – daha pes bir sesi vardir; disi olan sag elle calinir – daha tiz bir sesi vardir] hemen anlayacaksiniz. Butun bunlarin disinda Lucero Tena’nin orkestrayi pesine takisina dikkat ediniz.  Iste burada usta yorumcu ile virtuoz arasindaki nuans ortaya cikiyor.


Lucera Tena Luis Alonso’nun La Boda’sini seslendiriyor.


Lucero Tena Manuel de Fala'nin La vida Breve (Kisa Hayat)'sini seslendiriyor.  


1938 dogumlu bu 70lik teyzenin, gencliginde cok guzel ve cekici bir flamenko dansicisi oldugunu biliyor muydunuz? Merak edenlere asagidaki klipleri izlemelerini oneririm.




Lucero Tena ve Gabriel Moreno


Lucero Tena kendisiyle yapilan soylesilerde daima her firsatta flamenko dansi ve Castanet calmayi ogrendigi hocasi Carmen  Amaya’dan buyuk bir hayranlik ve sukranla bahseder. 1913 – 1963 yillari arasinda yasamis Barcelona’li bu efsane flamenko danscisi ile ilgili birkac linki de asagida bulacaksiniz.


Carmen Amaya - Maria de la O [Queen of the Gypsies] (1939)


Carmen Amaya – Embrujo del Fandango

Monday, June 6, 2011

Virtuozler

 Rafael Méndez



Gelmis gecmis en buyuk trompet virtuoz’u olarak kabul edilir. Oysa hayat hikayesine bakarsaniz, birakin bir konservatuar egitimi, ciddi bir egitim dahi alamamis oldugunu gorursunuz. 1906 yilinda Mexica’da festival ve mahalle konserleri veren bir muzisyen ailenin oglu olarak dunya’ya gelir. Babasi da trompet calmaktadir, dolayisiyla muzikle erken yaslarda ilgilenmeye baslar. Ilk ciddi egitimini babasindan bes yasindayken alir ve bu egitimle de aile orkestrasina katilir.




Rafael Mendez - Haydn Trumpet Concerto
Bu klip’te Rafael Mendez, bir parca trompetin tarihsel gelisimini anlatirken kendi cocukluguna da deginiyor.



Méndez aile orkestrasi 1916 yilinda gerilla lideri Pancho Villa’ya bir konser verir. Bu konser’den cok etkilenen Panco Villa, orkestraya el koyar ve orkestra uyelerini kendi gerilla kuvvetlerine katar. Diger aile uyeleri daha sonar serbest birakilsa da Rafael uzunca bir sure catismalara katilir ancak aylar sonar evine donmesine izin verilir.


Rafael Mendez-La Virgen De La Macarena

Yirmi yasinda ABD’ye tasinir. Onceleri Indiana’da celik fabrikalarinda  daha sonar da Michigan da Buick fabrikasinda daha sonra da Detroit’te Ford’ta calisir. Her iki isinde de calsitigi firmalarin orkestralarinda yer bulur. Bu arada Amor Rodriguez’le tanisir ve evlenirler.


Rafael Mendez – Paganini Moto Perpetuo
Pagani’nin keman icin bestelenmis Moto Perpetuo’sunu caliyor.
Akla ziyan bir teknik ve konsantrasyon gerektiren bu eserde Rafael’in ustaca kullandigi “double tongue” ve surekli nefesalma teknikleri, dinleyenlere sanki 5 dakika nefes alamadan caliyormus izlenimi veriyor.

1939’da MGM orkestrasina katilir ve bir cok film muziginde ve canli konserlerde yer alir. Bu arada Decca plak sirketiyle de 12 kayitlik bir anlasma imzalar. Bu donem, Rafael Mendez’in trompet solisti olarak kariyerinin zirve yaptigi donemdir.


Rafael Mendez – Ari ucusu ve Mexica Dansi
Teknige dikkat ediniz. Ozellikle 2. Parcayi tek nefesde caliyor olmasi inalilir gibi degil.



1950’lerin sonuna dogru artan nefes alma zorluklari ve kronik astim problemleriyle ugrasir  ve kendi standardlarinda trompet calmasi guclesmektedir. 1967’de Mexica’da katildigi bir baseball oyunu sirasinda kazaen yuzune carpan baseball sopasi nedeniyle ciddi olarak yaralanir. Tedavi olarak iyilesse bile astim problemleri ve bu kaza sonucu bozulan sagligi nedeniyle 1975 yilinda emekli olur. 15 Eylul 1981’de evinde hayata veda eder.


Rafael Mendez – Sarazate, Zigeunerweisen (Gypsy Aires)
Bu parca’da Rafael Mendezin ustun lirik teknigi buyuluyor.

Sunday, May 22, 2011

BUYUK IZMIR YANGINI - 13 EYLUL 1922



Yukaridaki Video, Izmir'den kacarak Yunanistana siginan Rum multecilerin Fransiz ve Italyan Gemilerine binmeleri sirasinda bir Ingiliz Gazeteci tarafindan cekilmis.

Asagida bu yanginla ilgili tarihi saptamalari okuyacaksiniz. Film tek yanli olarak yanginin Turkler tarafindan cikartildigi izlenimi kuvvetlendirmek icin kullanilmis bir belge.!

Burada benim en cok dikkatimi ceken husus, dusman, gavur bildigimiz bu yasmakli, feraceli, kasketli, fesli insanlarin bir Yunanlidan daha cok oz be oz bir Anadolu insani oldugu.!  Degil mi?

Benzeri bir drami Lozan'dan sonra 1924'de Kavala ve Selanik'ten donen bizimkiler de yasamis.!

SAVAS FENA SEY ! 


İzmir kurtarıldıktan sonra kentte çıkarılan büyük yangını, İngiltere ve Yunanistan, Türkler aleyhine kullanmak istedi, ancak bunda başarılı olamadı. Ermeni Mahallesi'nden başlayan yangına, aslında kendi silahlarını yok etmek isteyen Ermeniler yol açmıştı. 

Türk Ordusu 9 Eylül 1922 sabahı İzmir'e girdikten sonra; Yunanlılar'ın son askerleri 16 Eylül'de Çeşme'den çekilmiş ve Anadolu'da yenilginin kesinliği anlaşılınca, Atina yeni savaş planları tasarlamıştı.  ''Batı basınındaki haber ve yorumlarla İzmir Yangını'nın ardındaki gerçeği'' inceleyen Orhan Koloğlu, Türk orduları Yunan işgali altındaki İzmir'e girdiğinde, dünya basınının yakın çevreye yayılmış olan bütün muhabirlerinin, İzmir'de bulunduğunu belirtiyor. Bunlar arasında yer alan Fransız Paul Taponnier anılarında, ''Büyük bir facia idi İzmir yangını. Türklerin ele geçirdikleri şehri yakmalarının akla yakın tarafı yoktu. Fakat İzmir'i kim yakmıştı? Ya kendi kendine yanmış ya da şehri kendilerinden sonra, artık bir başkasına yar etmemenin kararına varmış olanlar kıvılcımı çakmışlardı...'' diye yazmıştı.
   
    FRANSIZ BASINI

Le Figaro gazetesinin, 20 Eylül 1922 tarihli sayısında, İzmir Limanı'ndaki Fransız savaş gemisinin subaylarından birinin tuttuğu notlar yayımlanmıştı. Bu notların 5 Eylül tarihlisinde, ''Yunanlılar çekilirken Uşak şehrini sistemli bir şekilde yaktılar. Hiçbir gereği olmadan yakılan Türk köyleri az değil. Ayrıca Yunan komutanlığı sayıları yüksek firarilerin yangın ve talan yapmaması için de hiçbir önlem almıyor'' deniliyordu. Koloğlu'nun araştırmasında, notlar özetle şöyle aktarılıyor:
''7 Eylül: Türk ordusunun hızlı ilerleyişi Manisa'yı tahripten kurtardı, ama dün Burnabat tarafından alevler yükseldi.
9 Eylül: Dün gece trenle İzmir'e gelen 300 Yunan askeri şehri yakmak ve tahrip tehdidinde bulundu. Demiryolu atölyelerini koruyan Fransız birlikleri gardan çıkmalarını engelledi ve onları Urla'ya yöneltti... Bugün saat l0.30'da Türk süvarileri İzmir'e girdi. Böylesine uzun bir seferden sonra şaşırtıcı derecede sakin ve dürüsttüler. Paşa, her türlü talan ve yangını önleme sözü verdi...''
Le Figaro'nun 5 Eylül tarihli sayısında yer alan notta, Yunan Başkomutanı Hacı Anesti'nin Fransız yetkililere, Türkleri İzmir önünde yeneceğinden söz ettiği de kaydediliyordu. Hacı Anesti, henüz bozguna uğramamış askerleriyle, bir karşı saldırı tasarlıyor, buna göre hazırlıklar yapıyordu. Yunan Hükümeti de Mudanya'ya ulaşan birliklerini Trakya'ya aktarıyor, 1923 sınıfını silah altına çağırıyor ve Yunanistan'dan yine Trakya'ya birlikler sevk ediyordu. Yunanistan'da ise ''İyonya kaybedilse de Trakya'nın bırakılamayacağı'' belirtiyordu.
   
    İNGİLTERE DEVREDE

İngiltere Başbakanı Lloyd George da, Türk isteklerini reddetmek, gerekirse savaşmak yanlısıydı. Yunanistan için tek umut da savaştan vazgeçmeme kararındaki İngiltere'ye yaslanmak ve onun da katkısıyla diğerlerini de alışılmış Türk aleyhtarlığı çizgisine getirmekti. Koloğlu, ''Yunanlıları buna yöneltenin, sadece bir çıkar hesabı olmadığını, kendi ordularının çekilirken yakıp yıktıkları ve insanları öldürdükleri haberlerinin yanı sıra Türk ordusunun da 'son derece düzenli, disiplinli, sakin ve üzüntü yaratacak hiçbir aşırılığa girişmeden' ilerlediğinin bütün dünyaya yayılması'' olduğunu yazıyor. İzmir Yangını böyle bir ortamda çıkmıştı. Üç gün sonra da İngiliz Hükümeti, Rumen ve Yugoslav hükümetlerini, ''Balkanlar'ı Türkler'den korumak için'' yardıma çağırmış, İtalya ile Fransa'yı da ''Yıkıcı, yakıcı Türklere karşı'' işbirliğine davet etmişti. Koloğlu, bu durumu, ''ortada, dünya kamuoyunu etkilemeye yönelik bir girişim bulunduğunu düşündürüyor'' şeklinde değerlendiriyor.

 TÜRK ALEYHTARI KAMPANYA

Yangın haberiyle birlikte, İngiliz ve Amerikan basın organları Türk aleyhtarı kampanyaya giriştiler. New York Times 15 Eylül'de, ''Türkler şehri intikam için yaktı'' derken Fransız basınında ise başından itibaren aksi tez yer alıyordu: Le Temps gazetesi 13 Eylül'de, ''Yunanlılar çekilirken şehri yaktı ve halkı katletti'' diye yazıyor, Le Figaro da 20 Eylül tarihli başyazısında, ''Yangın, Ermeni mahallesinden başladı, çekilen Yunan askeri disiplinini kaybetmişti, yangının kökeni konusundaki iddiaları şüphe ile karşılamak gereklidir'' yorumunu yapıyordu. Aynı tarihli gazetede, İzmir'deki Fransız Konsolosluğu'ndan ve Fransız amiralinden alınan bilgilere göre yazılmış haberde de, olayın sorumlusunun Yunanlılar olduğu kaydediliyor ve bu haber, ilginç ayrıntılar içeriyordu:
''Yangın konusunda Fransız Hükümeti'ne ulaşan bilgilerden hiçbiri, bu felaketin sorumluluğunu Türkler'e yüklemiyor. Rodos'tan gelen bir telgrafta da, İzmir'den gelmiş sayısız sığınmacılardan hiçbirinin yangını Türkler'e mal etmediği kaydediliyor. Pek çok tanığa göre suç, yangın çıkarmakla görevli bir askeri birlik oluşturan Yunan askeri otoritelerine aittir. Bu sığınmacılardan bazıları, Türklerin çekilirken içindeki hiçbir Rum'a dokunmamış oldukları, Eskişehir'in de hiçbir askeri ihtiyaç olmadığı halde, tahliye sırasında Yunanlılarca sistematik şekilde yakıldığını belirtiyor.''
   
    İNGİLİZ BASINI

İtalyan basını, Türkler'e hak veren bir çizgi izlemişti. Corriere Della Sera, 14 Eylül tarihli nüshasındaki ''Türk İzmir'in İlk Günleri'' başlıklı yazısında, 'Yunanlıların ülke içindeki katliamına Türklerin aynen karşılık vermemiş olmasını' övüyor ve disiplinin mükemmelliğini belirtiyordu.
Orhan Koloğlu, ''en ilginç yorumların İngiliz basınından geldiğini'' belirtiyor:
 ''Gazetelerin büyük çoğunluğu, 'Türkler yaptı' demeye hazırdı; ancak başlangıcından itibaren, hem bu tür haberlerin altında kimi hesaplar yattığından şüphelenenler hem de artık Lloyd George'un hükümet politikasına güvenmeyenler vardı.'' Times muhabiri, 13 Eylül'de İstanbul'dan bildirdiği haberde, ''Yunanlılar yaktı'' diyordu. 17 Eylül'de ise Daily Mail'in İzmir muhabiri, ''Fransız amiralinin araştırması, yangını Türklerin çıkarmadığını gösterdi'' haberini gazetesine ulaştırıyordu. Koloğlu, yangınla aynı anda başlatılan ''Türkler yaptı'' kampanyasına peşin kararlılar dışında, Batı basınında inananların pek az olduğunu kaydediyor: ''19 Eylül tarihli New York Times bile, Paris'ten aldığı bir habere sayfalarında yer vermeyi gerekli görmüştü: ''Fransız kaynakları, İzmir'i yakmakla Türkleri suçlayan bütün haberlerin, Atina üzerinden Londra'ya gelip yayıldığını ortaya koydular.''
   
    ERMENİLER'İN BAŞLATTIĞI YANGIN

     Koloğlu, ''İzmir'i Türkler yaktı'' kampanyasının başarılı olmadığı görülünce, ''sorumluluğu paylaştırma'' eğilimli haberlerin arttığını belirtiyor: ''Fransız Le Matin, 23 Eylül'de, İzmir muhabirinden naklen şu satırlara yer vermişti: 'Şahsi soruşturmama göre, yangını çıkaranlar, kendi mahallelerini terk etmeden önce Ermeniler olmuştur.'' Prof. Dr. Bilge Umar da, 1974 basımı ''İzmir'de Yunanlıların Son Günleri'' adlı eserinde, ''en güvenilir bilgi kaynağı'' olarak belirttiği İzmir Sigortaları İtfaiyesi Komutanı Greskoviç'in yangına ilişkin raporuna yer veriyor ve bu raporun, büyük yangını fanatik Ermeniler'in başlattığını gösterdiğini kaydediyor. Umar'ın aktardığı raporda Greskoviç, yangının çıkışını şöyle anlatıyor:
     ''11/12 Eylül gece yarısından bir saat sonra Ermeni mahallesinde yangın çıktığını haber verdiler. İtfaiye erleriyle yangın yerine hareket edip, Rum Hastahanesini geçerken 130-150 kadar çoluk çocuk ve kadın acı acı bağırıyorlardı. 'Ne bağırıyorsunuz' diye sordum. 'Ermeniler bizi yaktılar. Sayes Hanı içerisinde oturuyoruz' dediler. Bunlar Rum idiler... 13 Eylül saat 10.30'da Ermeni mahallesinde ateş görüldüğünü haber verdiler. Ermeni Kilisesinden 50 metre mesafede bir Ermeni evinin yandığını gördüm. Evin alt katından şiddetli bir ateş çıkıyordu.'' Ermeni Kilisesinde yangın olduğu ihbarı üzerine, ekibiyle buraya giden Greskoviç, gördüğü manzarayı raporunda şöyle yazıyor:
     ''Kilisenin binalarında ateş yoktu. Yalnız küçük bir bina civarında, bahçede 200 kadar yağlı (üzerine yağ dökülmüş) eşya balyası ile paçavralar bir yere toplanmış, üzerine de 200 kadar tüfek ve çokça cephane konmuş idi. Ateş de bunlar arasından çıkıyordu. Aynı zamanda ateş içerisinde devamlı patlamalar oluyordu...'' Bilge Umar, Greskoviç'in raporunda belirttikleriyle ilgili olarak Ermenilerin, yangın çıkarmak amacıyla değil, yalnızca tüfekleri ve cephaneyi yok etmek için bu yola başvurdukları yorumunu yapıyor.
     Günlerce süren yangın sona erdiği zaman, İzmir'in hemen hemen tümüyle yok olduğunu kaydeden Prof. Dr. Bilge Umar, ''yangından kurtulan Punta (Alsancak semtinin Körfez'e doğru uzanmış bölümü) bir yana bırakılırsa İzmir'in, bugünkü Fevzi Paşa Caddesi ile belirlenen bir çizginin ayırdığı, doğuya ve kuzeye doğru yayılmış bir parçasının simsiyah, korkunç ve çirkin bir harabe yığını halinde'' olduğunu ve yüzlerce kişinin alevler arasında can verdiğini belirtiyor.

Thursday, May 19, 2011

Virtuozler

Komple Bir Insan - David Oistrakh





"Kendisini ilk goruste sevdim. Sadece kibar, vefali ve sicak kanli bir kisi olmasi nedeniyle degil fakat ayni zamanda basit ve dahiyane yonleriyle de.. Hicbir zaman oldugundan daha farkli gorunmek, veya kendisini daha farkli ifade etmeye calismak cabasinda olmamis, kendisini samimiyetle ve baska mulhazalara meydan vermeyecek sekilde tanitmis; komple bir insandir". Iste, Yehudi Menuhin kendi otobiyografisinde meslekdasi viyolonist David Oistrakh'i bu samimi ve taskin ifadelerle tanimliyordu.



 Tchaikovsky Violin Concerto in D Major, Op. 35: 1st Movt


 Tchaikovsky Violin Concerto in D Major, Op. 35: 2nd Movt


Oistrakh'in adi ne zaman anilsa, butun viyolonistler ve hatta genel manasiyle muzisyenler arasinda nadir gorulen bir ittifak dogar. Genellikle sanatcilar arasinda sikca rastlanan kiskanclik ve cekememezlik, David Oistrakh'in adi gectiginde yerini derin bir saygiya birakir. Hatta bu gunumuzde de devam etmektedir...




Sinfonia concertante by Mozart, Oistrakh David and Igor Movt 1




Sinfonia concertante by Mozart, Oistrakh David and Igor Movt III

Dikkat: Mozart'in bu eserinde David Oistrakh Viola calmaktadir.  David Oistrakh'a ayni zamanda kendisi gibi bir Violin virtuozu olan oglu Igor Oistrakh eslik ediyor. Orkestra sefi ise gene ayni donemin bir baska violin virtuozu, dahi cocuk Sir. Yehudi Menuhin. Bence bu cok onemli tarihi bir kayit, zira boyle bir birlikteligi bu seviyeye gelmis her sanatci basaramaz, bu ancak David Oistrakh ve Yehudi Menuhinle gerceklesebilecek olaganustu bir durum.!


1908 yilinda Odessa'da dogan Oistrakh ilk viyolin derslerini 5 yasinda almaya baslamistir ve ilk solo resitalini de 1924 yilinda Odessa'da, Bach'in A Minor Koncertosuyla vermistir. 1928 yilinda Moskova'ya yerlesmis ve Moskova Konservatuari'nda ogretmenlik yapmaya baslamistir. 1937 yilinda Bruksel'de duzenlenen Eugène Ysaÿe Yarismasini kazanmistir.
David Oistrakh'in gelecek vaat eden uluslararasi kariyeri 2. Dunya Savasi ve onu takip eden soguk savas nedeniyle sekteye ugramis ve ancak 1954 yilinda yeniden onemli bir turne yapabilmistir. Japonya, ABD ve Almanya'da gerceklesen bu turne sirasinda Sovyet rejiminin titiz takibi altindadir. Subat 1954'te Del Spiegel'de yayinlanan bir elestiri yazisinda, "Stalin Odullu Ukraynali violin virtuozu, Hamburg Musikhalle'de komunist partisi'nin koruma kalkani altinda resital verdi" seklinde cikmistir. Ancak uluslar arasi sahneye bu tarihi cikis ve bunu takip eden 20 yillik surec icerisindeki diger konserler bu karizmatik muzisyenin bir viyolin virtuozu olarak taninmasini saglamistir.

Mendelssohn - Violin Concerto in E minor [Part 1/4]

Daha once, bu parcayi bir referans eseri olarak her violonistten bir kez daha dinleyecegimizden bahsetmistim.  Daha once Heifetz'den dinlediniz, simdi de David Oistrakh caliyor.
Ben hepsini dinlerken farkli zevkler aliyorum ama sanirim Oistrakh daha duyarak caliyor.!
Siz ne dersiniz?


1974 yilinda Amsterdam'da Concertgebouw orkestrasiyla verdigi bir Brahms konseri sonrasi gecirdigi bir kalp krizi nedeniyle olmustur.

David Oistrakh, Jasha Heifetz'in tam aksine, rejimin getirdigi tum zorluklara ragmen ulkesini terk etmeyerek, Sovyet Rejiminin sembolu olmus, bir milli kahraman olmustur. Birbirlerini hic sevmedikleri hatta nefret ettikleri soylenir. Londrada duzenlenen Carl Flesh Yarismasinda, David Oistrakh, Heifetz'in en iyi ogrencisi Eric Friedman'i, kendisinin juri baskanligi yaptigi  Tchaikovsky yarismasina ikna etmis, bunu duyan Heifetz, Friedman'in bu kararina siddetle karsi cikarak,"seni orada harcarlar" diyerek uyarmis fakat bu uyariyi dikkate almayan, RCA ile anlasmasi olan, Chicago, Boston ve London Symphony orkestralari ile basarili konserler vermis olan Erich Friedman  yarismaya katilmis ve uluslar arasi bir rezalete donusen yarismada birkac ogrencinin ardindan 6. olabilmistir. 
Heifetz, Sovyet rejimince ulkesini terketmesinden dolayi surekli elestirilmis, buna karsilik Heifetz de batili sanatcilara karsi Sovyetlerin takindigi on yargili tutumu hep lanetlemistir.




    





Wednesday, May 18, 2011

Ogrencilere

 19 Mayis, en kutsal isyanin basladigi gundur. Istanbul, Izmir, Adana, Antep dusman isgali altindayken, ordu terhis edilmis, askerler evlerine gonderilmisken, savasmayi goze alan bir cilgin kumandan ve arkadaslarinin giydikleri atesten bir gomlektir.....


Umidinizi kesmeyiniz, mirasiniza sahip cikiniz.. Umid sizlersiniz.!


Bayraminiz kutlu olsun.

Wednesday, April 13, 2011

Amargo

Bu kez kendisini sadece muzigiyle ifade edebilen (otistik) bir cocugun video klibini paylasmak istiyorum.

Deliverance (Kurtulus) filmi ekibinin Cahulawassee Nehri'ne ulasmak icin Apalache daglarini gecerken ugradiklari bir benzin istasyonunda tamamen senaryo disi bir sahnenin filme cekilmesiyle ortaya cikmis bu klip daha sonra filme eklenmistir.

Benzin alirken, gitaristin film muzigini calmaya baslamasiyla birlikte ona banjosuyla urkek urkek cevap veren bu cocuk arasinda gecen diyalog, cocugun kontrolu ele gecirmesiyle birlikte musthis bir performansa donusur. Ancak ne yazik muzik bitince cocuk gene kendi dunyasina doner ve iletisimi koparir.

1972 yilinda tesadufen cekilen bu sahne daha sonra filme ilave edilmis ve cocugun ailesine onemli bir miktar para kazandirmistir.

Lutfen cocugun yuzundeki mutluluk ifadesine dikkat ediniz, muzigin gercekten ruhun gidasi olduguna inanacaksiniz.







Saturday, April 2, 2011

HUMAN PLANET

Bu kez ne bir matematik problemi, ne bir kitap ne de bir virtuoz. Sadece yasadigimiz dunya uzerinde her turlu zorluga gogus geren INSAN.!












Saturday, March 26, 2011

Virtuozler

Jascha Heifetz
 

Bir onceki, yazimda Nicanor Zabaleta'yi anlatirken bende iz birakmis olan iki radyo sinyal muziginden bahsetmis ve bunlardan birini, Nicanor Zabaleta'nin seslendirdigi Haendel'in Arp Koncertosu'nun linkini eklemistim. Ikincisini de bu yazimda anlatacagimi soylemistim. 

Aslina bakarsaniz; bu parcayi bir referans eseri olarak bundan sonraki uc yazimda da kullanacagim. Zira, keman icin yazilmis en romantik ve en cok seslendirilmis parcalardan biri oldugunu dusunuyorum. 

TRT Radyolarinin sasaali doneminde asagi yukari her klasik muzik programinda duydugum bir anons bende daima su uc sanatciyi tanima meraki uyandirmistir: "Solist Alfred Brendel", "Solist David Oistrakh" ya da "Solist Jascha Heifetz"... En cok duydugum isim, Jacha Heifetz (Yasa Hayfets)'in ismidir.

Muhtemelen, Niccolo Paganini'den beri keman calma konusunda bu denli ust duzey bir mukemmeliyete ulasmis ve keman calma standardlarini yeniden duzenlemis bir baska viyolonist daha gelmemistir. Keman icin soylenebilecek tek sey vardir; Heifetz oncesi ve sonrasi. Heifetz, klasik muzikte keman icin bir miladtir. 

Heifetz 1901'de dogmus ve keman calmaya 2 yasinda baslamis. Ilk keman derslerini babasindan almis. Genellikle bu durum butun virtuozlerin ve hatta bestecilerin hayatinda karsimiza cikan bir gercektir. Genellikle "Neden bizde de bir Bach cikmaz?" diye hayiflaniriz. Halbuki Bach'in babasinin da en az J.S. Bach kadar iyi bir besteci oldugunu bilmeyiz. Bu nedenle vurgulamak istedigim bir husus da, baba meslegini  devam ettirmek, evi okul haline getirmek demektir ki bu da basariyi getiren en birinci husus olmalidir. Heifetz'in inanilmaz emek ve basarilarla dolu yasamini ansiklopedik bilgi olarak internetten bulmak mumkun, bu nedenle bu detaya pek girmek istemiyorum. 

20. yy  Heifetz'le birlikte asagi yukari ayni kalibrede uc keman virtuozunu daha yetistirmistir. Bunlar David Oistrakh, Yehudi Menuhin ve Isaac Stern'dir. Dikkate deger bir diger nokta da bu her dort virtuozun de birer Rus Yahudisi olmalaridir. Her birini ilerki yazilarimda mukayeseli olarak anlatmaya ve caldiklari ayni parcalardan ornekler vermeye calisacagim. Burada birini digerinden ustun gosterme gibi bir caba icinde olmaktan ziyade, bu seviyeye erismis bu usta sanatcilarin kisilikleriyle paralel olarak nasil ton ve yorum farkliliklari gosterdigine dikkat cekip, bundan keyif almanizi arzu etmemdir. 


Heifetz'in videolarini izlerken durusuna, basinin hareketsizligine, mimiklerine, vucudunu dengeleyisine, yayi tutan kolunun yuksekligine ve yay teknigine dikkatinizi cekerim. Bundan boyle butun viyolonistleri Heifetz ile kiyaslayacak ve parcalari calarken ne kadar zorlandiklarini anlayacaksiniz. Suphe yok ki Heifetz'in elinde en zor parcalar sanki cok kolaymis intibahi uyandirir. Heifetz parcalarini yorumlarken, yuksek tekniginden hic odun vermeyen belki bu arada bir parca romantizmi iskalayan bir yorumcu olarak da elestirilir. Kimbilir belki de bu durum, digerlerinin o teknige erisemedikleri icin parcaya ilave ettikleri asiri dramatizmden de kaynaklaniyor olabilir.

Jascha Heifetz, duzenlemesini kendisine ait olan Grigoraş Dinicu'ya ait bir cigan muzigi yorumluyor: 
Hora Staccato. Bu parcayi izlerken, Heifetz'in yaya olan hakimiyeti sizi buyuleyecek!

DIKKAT, Heifetz Paganini yorumluyor. Paganini'nin, kaprislerini sadece kendisinin yorumlayabilecegi teknik tuzaklar icerecek sekilde besteledigi bilinir. Ama bakin Heifetz sanki okul sarkisi calar gibi rahat.! Yay teknigi ve pizzicatolari muhtesem. Paganini Caprice #24 



Heifetz herbiri pahabicilmez degerde olan; 1714 Dolphin Stradivarius,  1731 "Piel" Stradivarius,  1736 Carlo Tononi, ve 1742  Guarnieri del Gesu yapimi kemanlara sahipti. Konserlerinde daha ziyade 1742 Guarnieri'sini ses tinisini daha begendigi icin tercih ettigi bilinir.  

Heifetz, sag omuzundan 1972'de gecirdigi bir ameliyat nedeniyle, ozel yasaminda olumune dek keman calmaya devam edebilmis olsa dahi konser ve plak kaydi performanslarina son vermek durumunda kalmistir. 

Aralik 1987'de Los Angeles'ta olmustur. 










Sunday, March 13, 2011

Virtuozler

 Nicanor Zabaleta


Cocuklugumda, hep tam da yatmaya hazirlanirken yayinlandigi icin uyumakla ozdeslesen bir programin sinyal muzigi vardi. Adi uzerinde sinyal muzigi, belki 15 saniye hadi tas catlasa 25 saniye falan calinir ve insanin hevesini kursaginda birakirdi. Bende bu tur tesir yaratmis 2 sinyal muzigi vardir, ikincisini bir sonraki yazimda anlatacagim.

Ne bestecisi, ne ismi ne de yorumlayan sanatcinin adi zikredilmez, dogrudan programa girilirdi. Simdi programin adini hatirlayamiyorum ama muhtemelen "Yuvarlak Masa" yada "Acik Oturum" programi olabilir.

Aradan yillar gecip de TRT-3, FM kanalindan yayin yapmaya baslayinca, bir gun tesadufen bu eseri sonuna kadar dinleme firsati bulabildim ve spikerin anonsunu hemen not ettim.

"George Freidrich Haendel, 6 Numarali, Opus 4 Si bemol-major Arp Koncertosu, Solist Nicanor Zabeleta".
Uzun yillar, Nicanor Zabaleta'yi ben hep kadin zannetmisimdir. Bu yanilgi, muhtemelen hep orkestralarda arpistlerin hanim olmasindan kaynaklaniyor olabilir. Ayrica o donemlerde okudugum bir yazida da calinmasi en zor enstrumanlardan biri oldugu icin hanimlarin sabrinin Arp ogrenmeye yettigi yaziyordu. Gelin gorun ki; ogrenmenin yasi yoktur, daha sonra bu Arp virtuozunun aslinda erkek oldugunu ogrendim.

1907 Bask (Ispanya) dogumlu olan Nicanor Zabaleta,  Heitor Villa-Lobos ve Joaquin Rodrigo gibi bir cok kompozitorun calmasi icin adina beste yaptigi Virtuoz mertebesine erismis bir yorumcu olarak 1993 yilinda vefat etmistir. Klasik muzikte Segovia gitar icin ne ise, Zabaleta da harp icin O'dur.

Ne yazik ki konser video kayitlarina erisemedim. Ama butun ustalik hunerlerini sergiledigi Haendel'in Op.4 Si bemol-major Arp Koncertosu'nun iyi bir kaydini ekli linkte bulacaksiniz.

  








Friday, March 4, 2011

"... ve genç demek, insanın dünyayı yıkmaya kalkışması, daha yeni, daha iyi bir dünyayı kurabileceğine inanması demektir."  Nikos Kazancakis – El Greko’ya Mektuplar

YARATICI AKLIN SENTEZI

Felsefeye Giris
Server Tanilli

Felsefenin, insan zekasının buldugu bu en anlamlı uğraşın amacı; doğa, toplum ve insan, üzerine giderek evren üstüne tutarlı, sistemli bir görüşe varmaktır. Bir yerde dinden bağımsız yürütülen bu uğraş "özgür aklın sorgulaması"na dayanır. Matematikten fizige, teknikten sanata,  tarihten politikaya ve hukuka degin butun bir bilgi birikimini yeniden ele alip, “elestirici aklin suzgecinden” gecirerek bir butun icinde yogurmak, eski Yunandan beri suruyor ve insansoyu akla saygisini yitirmedikce de surecek.

Batılı toplumlarda, felsefe yüzyıllarca yürüdüğü dikenli yollardan sonra, bileğinin hakkıyla, ama elbette arkasına aldığı sosyal güçlerin de yardımıyla, bugünkü saygın ve dokunulmaz yerini kazanmış bulunuyor.

Felsefe, cogu kez sanildiginin tersine, bulutlarda dolasan, soyut ve anlasilmaz bir dille anlatilan esrarli bir sey degil, daha guzel bir dunya yaratmayi amac edinmis somut, acik ve aydinlik bir aranistir.

Akla dayandigi icin, ister istemez bilimsel verilere de dayanan; bu niteligi ile her turlu dogmatizme ve bagnazliga karsi olan felsefenin, dostlarindan cok dusmanlari olmustur. Nicin boyledir? Cunku, gercegin arastirilmasindan, aklin bitmeyen sorgulamasindan korkanlar vardir. Soz konusu sorgulama, bir yerde "yerlesik duzen"e onun kavram ve kurumlarina gelip dayandigi icindir ki; o duzenin sahipleri ve bu arada din, felsefeye karsi daima dislerini gostermistir.

Turkiye’de maalesef devlet, yillar varki egitim sistemini ozgur dusunceye kapamistir; dusunmeyen, elestirmeyen insanlar istenmektedir; bir yandan “molla egitiminin” altinda yatan bu oldugu gibi, ote yandan liselerde felsefe egitiminin ozellikle 1980lerde horlanan, itilip kakilan bir ders olmasinin altinda yatan da budur.

Bu kitap, bu hain tuzaga karsi cikmak icin, basta lise ve universite ogrencilerine seslenen ancak onlarin disindaki kesimlerin de dikkatini cekecek kisimlar iceren ve cok kolay okunabilen bir dille yazilmis bir eser.

Futbol maclari, televoleler, BBG evleri ve yerli dizilerle uyutulan TV mahkumu gencler ve anne-babalari icin bir isik umudu. Bu bas ucu eserini bir degil birkac kez okumanizi oneririm.

Saturday, February 26, 2011

Virtuozler

Horowitz Moskova'da 


Charles Kuralt, CBC News

Ceviri:   Tebeshirtozu ©

Bir ilkbahar sabahi Moskova Konservatuari’nin soluk sari renkli duvarinda basit bir poster goze carpti. Poster’de “Vladimir Horowitz (USA) bir konser verecektir” diyordu.  Bu basit poster Sovyetler Birligi baskentinde surpriz bir elektrik soku etkisi gostermisti.  Posteri gorenler ya da isitenler bu konserin daima hatirlanacak bir konser olacagini biliyorlardi. Ve gercekten de oyle olmustu.

Ah orada olmak vardi!

Fakat nasil?  Konservatuar’in 2200 kisilik muhtesem konser salonunda 1800 koltuk, hukumet erkani ile kor diplomatik personaline ayrilmis sadece 400’den daha az koltuk halkin satisina cikarilmisti. Buna ragmen, Rus muzik severler bir gece onceden uzun kuyruklar halinde konservatuarin bilet gisesi onunde sabahlamislardi.

20 Nisan 1986 Pazar gunu ogleden sonra saat 4’e dogru, konserin baslamasina az bir zaman kalmisken, konser salonuna giden caddenin her iki yaninda yuzlerce Rus muziksever yagmur altinda konser vaktini beklerlerken aslinda bir tek nota bile isitemeyeceklerini bilmekteydiler. Ama sadece daha sonra gururla “Ben de oradaydim” diyebilmek icin beklemeye devam ediyorlardi.

Vakit geldiginde, salon gok gurultusunu andirir bir alkisla sarsildi. Lacivert takim elbiseli ve papyonlu zayif yasli adam kenardan alkis ve tezahurat esliginde paytak bir sekilde ortaya dogru yurudu, kalabaliga once gergin bir siritisla omuz silkti, el salladi bu arada sanki guvenli bir dost yakinligi ararmis gibi piyanosunu oksadi ve piyanonun basina oturup sessizligi bekledi. Ve sonra, parmaklarinin tuslara degmesiyle birlikte hayat bulan Scarlatti sonatinin ilk notalari hatiralarin tetikledigi duygulari doruga cikardi. Vladimir Horowitz 60 yil aradan sonra 83 yasinda ilk kez dogdugu topraklara geri gelmisti. Salon Rahmaninov ve Scriabin’in eserleri calinirken agliyordu. Horowitz (gozyasi) dokturuyordu.

Horowitz, Rusya’yi Aralik 1925’de 22 yasindayken terk etmisti.  Gorunuste, Artur Schnabel ile kompozisyon calismaya yani egitime gitmekteydi, fakat aslinda geri donmeye hic niyeti yoktu. Delifisek piyano teknigi genc Horowitz’in Rusya’da erken taninmasini saglamisti. Sinir polisi bile onu taniyordu. Polis sefi elini Vladimir’in omuzuna koyup babacan bir tavirla “Bak Volodya gidiyorsun, ama vatanini unutma sakin” demisti. Vladimir, bu ogutten oyle derinden etkilenmisti ki, bu duygu polisi de etkilemis ve ayakkabilarini cikarmasini istememisti. Oysaki Vladimir ayakkabilari icinde binlerce Amerikan Dolari ve Ingiliz Sterlini’ni Almanyada gecirecegi gunleri finanse edebilmek icin beraberinde kaciriyordu. Cikis vizesi 6 aylikti, ama o 60 yil kaldi. 1942’de Amerikan vatandasi oldu ve her firsatta Sovyetler Birligi’ne geri donme arzusu duymadigini dile getirmisti. Fakat ilerleyen yasi ile birlikte icinde buyumekte olan “Rusya’yi olmeden once bir kez daha gorebilme” duygusu Amerika ile Sovyetler Birligi arasinda 1985’te baslayan kulturel degisim programi cercevesinde gerceklesme firsati bulabildi. Yegeni Elena Dolberg’i biraktiginda 9 yasinda bir cocuktu, oysaki simdi Elena 70 yasinda amcasini gorebilmek icin can atan bir nineydi.

Konserden onceki Cuma gunu ogleden sonra Horowitz konser salonunu gormeye ve prova yapmaya geldiginde kendisini bir salon dolusu konservatuar ogrenci ve ogretim uyeleri bekliyordu. Isiklandirmayi ve piyanonun salondaki yerini titizlikle kontrol etti. Fotografcilarla sakalasti, daha sonra ogrencilerin beklentilerini sezinleyerek ciddiyetle piyanonun basina oturdu. Salon derin bir sesizlige gomulunce de ciddiyetle calmaya basladi. 20. yuzyilin bu en romantik piyano virtuozu, prova amaciyla geldigi salonda muthis bir konsere imza atmisti. Ogrenciler gozlerini kapatmis duyduklarina konsantre olmaya calismaktaydilar. Bu organizasyonu duzenleyenlerden; Horowitz’in bir yakini, bu provayi Onun verdigi en ustun performanslardan biri olarak nitelendirmisti. Prova sonunda ogrencilerin coskun tezahurati ve asiri iligisi nedeniyle, konsenvatuar avlusunun cikisinda limuzin 50 metrelik yolu ancak yarim saatte alabilmisti.

Bu konser Amerika ile Sovyetler Birligi arasinda, Amerika’nin Libya’yi bombalamasindan kaynaklanan bir uluslararasi gerilim altinda gerceklesmisti. Butun dunya televizyonlari hafta boyunca savas sahneleri gostermeykteydiler. Fakat simdi, birden bire bu ekranlar, bu yasli Amerikali piyanistin Rus dinleyicilere Schumann’in Ruya’sini (Träumerei) calarkenki sefkatli goruntulerle dolmustu. Binlerce mil uzakta, New York’ta bir televizyon yorumcusu – Andrew Rooney – ertesi gunku sutununda soyle yazmisti. “Konserin sonlarina dogru bu 82 yasindaki dahi piyanisti izlerken sebebini izah edemedigim gizli bir nedenle gozlerimin buglandigini hissettim. Uzgun degildim, bilakis cok sevincliydim.. Iste o anda, bu adamla ayni medeniyeti paylastigim icin bundan gurur duydugumu hissettim. Hemen hemen ayni anda da gozlerimden yaslar akiyordu. Televizyon kamerasi Horowitz’in tuslar uzerinde ucusan parmaklarindan seyircileri olusturan Sovyet vatandaslarinin uzerine dondugunde, onlar artik dusman olarak gorunmuyorlardi. Gozleri kapali, baslari arkaya yaslanmis, yuzleri acikca secilebiliyordu ve birinden bir damla gozyasi cenesine dogru akti.. Benimkiyle ayniydi”.

©Tebeshirtozu – 26/02/11